30 Mart 2013 Cumartesi

Kendini bilen Allah'ı bilir


İnsan; özü gereği, yaradılışının icabı olarak, ‘Bilmek” ister
Bir insana çalışmamak, cahil kalmak, yakışmaz. ‘Bir lokma, bir hırka yeter‘ demek; bir inek gibi, bir tutam ot bir avuç samanla mutlu olmaktır. Hâlbuki insan; yüce yaratılmış olarak kendi varlığını sorgulayan, varlık üzerinde çalışan kafa yoran tek varlıktır. Hatta insan, kapasitesinin sabit bir sınırı olmayan yüce yaratıktır. Rab olan Allah da, en büyük mürebbi (Öğreticidir). Bu yüzden İnsan; özü gereği, yaradılışının icabı olarak, ‘Bilmek” ister.

İnsan, Allah’ı idrak için tekâmül etmek mecburiyetindedir, bu insanın hilkati icabıdır.
İnsan bedenle bu dünyaya doğar, ikinci doğum ise manevi uyanmadır, idraktir. Dünyaya gelişteki maddi doğum, idraki geliştiren manevi doğumu gerçekleştirmek içindir. İnsan tekâmül etmeye, gelişmeye mahkûmdur!

Uyanış evrensel değerleri dikkate almaktır.  Bu ‘bilmekten’ ve uyanıştan varılması gereken asıl olay ise insanın kendini bilmesidir. Kendini bilen, Allah’ı bilir. Yani eser’in, müessirden geldiğini bilen,  mahlûk’undan HALİK’e varacağını bilir. Çünkü eser müessirinden bağımsız değildir. Yaratığı, Allah çekip çevirir! Onun için yaratığa bakıp Yaratan’ı, Yaratan’a bakıp yaratığı gör!  Varlık, yegâne var olan Allah’ın açıklamasıdır. Âlem- işarettir, ona bakınca işaret ettiği Allah’tır.

Allah bir bakıma anlam demektir.

Her şey, insanın üstün yeteneklerini iyi veya kötü kullanılmasında yatmaktadır. Yeteneklerin işlenmesi ruhu asilleştirir, yeteneklerin işlenmesinin terki halinde de ruh kararır. İnsanın yeteneklerini en iyi bilen, Yaratıcıdır. Allah’ın insanın ruhuna karşı, özel bir ilgisi vardır. Çünkü o Rabb’ın emrindendir.
Ruh, insanın özüdür. Bedenin bozulması ve düzelmesi de, özden başlar. 

Bir gönül ehli, gerçekler üzerinde düşünmelidir. Başkaları ile ilgilenen bir kimse, kendisini ihmal ettiği için kendi gerçeğini bilemez. Dolayısı ile hiçbir nasihati da, üzerine almaz. Oysa arınmak her şeyin başında gelir. İnsan, bu dünyada yolcudur. Yolu ve kendini, iyi bilmek zorundadır.
İnsan, bir Hak kitabıdır. (Sen Kitabullahsın ey dil!).
Her insanı da, kendisi gibi bilip onu da anlamalıdır ki o da senin gibi bir insandır.

İnsanları; yaşayıp, büyüdükleri iklim itibarı ile Asyalı, Avrupalı, Afrikalı, Amerikalı diye adlandırırız. Allah, siyah, beyaz, sarı, ırk demeden, her ırktan ve milletten, tüm dünyalı insanı ancak kendisine cezbedebilir. Allah, insanın fıtri yapısını bilir onu,  ona göre sevk ve idare eder! (Her şey Onun istediği gibi olur! ). Yani, Allah dilemeyince, biz dileyemeyiz.

İlahi yasa KADER dir, şaşmaz

Cümle varlığın rızkı, Allah’tandır. İlahi yasa kaderdir, şaşmaz. Allah, kuluna verdiği iradeyi bilir ve nazarı itibara alır. Yaratanı da bilenler, ona şeksiz şüphesiz boyun eğerler. 
İhlâs, Allah’a aracısız kulluk etmektir. İhlâsın zıddı, şirktir. Kula kul olan, vaktini ziyan etmiştir.
Aslında Allah ne yaratmışsa, o zaten Allah’a kuldur. İnsan; farklıdır, çünkü onda idrak vardır. Sonu ilahi yasa ile belirlenmiş süre doluncaya kadar, güzel bir hayat, yani sonu güzel bir hayat yaşamalı, çünkü dönüş Allah’adır.

Allah’ın varlığının bir işareti yani ayeti olan dünyada, bedenimizle bir parçayız ve ona bağlıyız. Makro olarak dünyayı, mikro olarak bedeni bilmekle; onlara hükmeden Allah’ı biliriz.
Allah kullarını yaratır ve evirir, çevirir. Bu bir bakıma onlara lütuftur.
Allah’ın lütufkâr olduğunu idrak eden bir insan, huzur ve mutluluk içindedir.
Nefsin emrinden çıkamayanlar da kendilerine zulüm ederler. 
Allah lütfeder, zulmetmez.  Hidayet, kişiyi hedefine ulaştıran yoldur.
Olaylara sathi bakanlar, olayın içindeki mucizeyi görmezler. Dışındaki mucizeye bakarlar.

Mucize, insanın yaratamadığıdır! 

Bu âlem, ibreti âlemdir. İbret alamayanlar, bir nevi cezadadır. 
Ne dünyayı, ne de ukbayı öne geçirme! İkisinden de nasibini al!
Kevni mekân, tecelligâhtır. Allah’ın muradı, âlemlerde tecelli eder.
Tecellinin muradı da, Allah’tır.  Allah’tan bağımsız bir huzur, mutluluk olmaz.
Yaratanı inkâr, kendini inkârdır. Kendini inkâr, üful olup gitmektir. Hâlbuki insan, yüce bir yaratıktır.
Yüreğini Allah’tan gayriye verme! Onu sahibinden esirgeme, yoksa kendi kendine kast etmiş olursun. Hilkatini bilmeyen, Allah’ı bilmez. 

Hakka talip olan kişi
Başka murat istemez
Hak ile dost olan kişi
Başka vuslat istemez
Hakkı Rezzak bilen kişi 
Kaydı sofra istemez
Hak gönülde diyen kişi
Başka bir yer istemez
                                              
Bir inkâr var, maddidir. Bir de inkâr var, cehdidir. 

İnsanın üzerinde toplumsal baskı ve bir de ilahi cazibe gücü vardır.

Akıl, madde dünyasının direksiyonudur. 

İlim, cehalet zehrinin panzehiridir.

Marifet, nefsin zulmünden kurtuluş yoludur.

Muhabbet, gönül nurunun ışığıdır.

Söz; söyleyenin neresinden çıkarsa, dinleyenin de orasına girer. Dudaktan çıkan sözün, varacağı yer kulak kepçesidir. Yürekten çıkacak sözün, varacağı yer muhatabın yüreği olacaktır.

Taze güzeldir. Her bayatın arkasından, bir taze güzel gelir. 

Allah, yokmuş gibi konuşmak ehil için günahtır.

Hz Musa’nın asası, firavunun kamçısından kuvvetlidir. Bir bakıma ikisi de geçerlidir.

22 Mart 2013 Cuma

Allah sizin için diler!


Ey insan! Sevgilinin yani hakiki dostun olan Allah’ın istediğini yap!
Canının istediği yere, Allah’ın istediğini koy!
Selsebil içmek için, güzel yol ara! Sevgiyi Allah’tan iste, Allah’ı ara!
Muhabbetin denizine, ariflerin sohbetine, suretin özüne, Hakk’ın rahmetine talip olmak, dileğimizdir ama en büyük dileğimiz Allah’a varmak olsun!
Ayet ‘Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz’ der, Allah sizin için diler!

Allah’ı yani Yaratanı; yaratıktan ve senin kendi özünden üstün tutmak, mutluluğun yoludur.
Bu durumda mahrumiyet yoktur.

Aklını beğendin, onu gerçek bildin. Sonra anladın ki gerçek, aklın ötesinde, nefsin ötesindedir. Allah’ı bilmek, ona dayanmak, gerçek yolda olmaktır.

Bir şeye başlarken, Allah’a sığın ve ‘Ya Rab’ de! Anlamayan koyu nefsi bertaraf et. Saf, kalbi düşün!

Yarabbi beni teferruat, vesvese etrafında cereyan eden olaylardan arıt ve kurtar!
Bunların tümüne kovulmuş şeytan diyoruz.

Veciz sözler;

Kitaptan da hayattan da bilgi alınır. Asıl olan, yaşamdan alınan tecrübi bilgidir. Bir de İlhami bilgi vardır.

Dünya, Ahiretin bahanesidir. Su güzeldir, hayattır ama çeşmeden değil kaynağından içmek mühimdir.

Allah’ın zikrinden uzaklaşan, eşyanın, dünyanın esiri olur. Mal, mülk derdine düşer.

Geçmişle gelecek arasında irtibat kurmak; tedbir almak değil ibret almaktır. Aklın ve tefekkürün işidir ve yetenektir.

Yan gelip yatmak, cennet değil, illettir. Başarı ve zafer; azim ve gayretle çalışanlarındır. Başarının en büyüğü de, nefsine hakim olup daima edepli davranmaktır.

Bizden hüznün ve kederin kökünü kazıyan Allah’a, hamd-ü sena olsun!

Ayın dönümü 33 yıldır. 33 yıl sonra olaylar, aynı cereyan eder. Çember,  sonsuz dönüşümü temsil eder.

Nefis ruha yükselirse, latif olur. Dünyaya, bedene inen, yapışan nefis; kesiftir. Ruh latiftir. Beden kesiftir.
Güneşin ışığı özdendir, kaynaktır, bir de ayın ışığı var. O güneşten yansıyan ışık var. Nur da yansıyan ışıktır.

Esma; özünde Allah’ı tanıtır, zahirde insanı tanıtır. Esmanın her biri eşsizdir ve Allah’ı söyler. İnsan da döner dolaşır, tevhitte tek Allah’ı söyler.

Allah her dem tazedir. Her taze yaşlanırken, O tazedir. Allah’ın hayalinden bu âlem zuhura gelmiştir.

Ey ölüden diri çıkaran Allah, şu ölü Mutlu’dan diri çıkar!

            Aydınlık gelince
            Karanlık kalkar
Doğruluk gelince
Yalan kalkar
Hak gelince
Batıl kalkar

Uyutan diridir, uyandıran da diridir. Uyutan hocalar, masal anlatır. Uyandıran hocalar, ikaz eder. Gafletten uyandırır. Bu yüzden de taşlanırlar.

İşleri Allah’a bırakmak için, nefsinden geçmelisin. Nefsini bırakmadan, Allah’a bırakamazsın.

Hüsnü zan, Âdemi itimattır. Dengede kusur etmemeli, sevgi ve muhabbette aşırı gitmemeli, muhabbette üstünlük Allah’ındır.

Sabır ve tahammül zordur. Her yokuşun bir inişi vardır. Her darlığın bir genişliği vardır. Genel olarak dünya sıkıntısının sonu, ferahlıktır.

Sorucu ol ki, bilici olasın. Bilginin anahtarı soru sormaktır. İnsan önce kendine, sonra çevresine sorar. Soru sormak, meraktan bir şeyler öğrenmeyi isteme arzusudur. Bir bilene adabı ile sormalı ve gereksiz olmamalıdır.

Başını eğdi, salah buldu. Dik durdu, gelen giden çarptı. Başı dumanlı oldu, başı döndü, göğü karardı. Rahatsız oldu.

17 Mart 2013 Pazar

Elest Bezminde Allah sordu…


Ana rahminde ilkahtan sonra bir lokma ete ruh geldiği zaman, Ben senin Allah’ın değil miyim diye sual hâsıl oldu. Bu sual, kalbin atışıyla başladı ve ömür boyunca devam etti. Ben kimim? ‘Yaratansın, ben Sen’denim’
Allah, ana rahmindeki o ete can verdi. Canı alan et parçası da canlandı!
Âdemoğullarının sırtlarından alınan zürriyetlerinin devamı, rububiyeti yani terbiye edeni ikrar etmeleridir. Yani Âdemin idamesi, hep rububiyeti (hep Allah’ı bildiğini) ikrar eder.

Allah’ım seni hiç unutmadım. Beni sadık kullarından eyle! Sen eskileri yenileyenlerdensin!

(Sonra Ruh, beden ile madde âleminde, nefs ile mana âlemde sınırlanarak zuhur etti. Allah varlığında Salik oldu! Çünkü ; )

Eğer Zahir olmasaydı Batın bilinmezdi!

Eğer zahir (zuhur eden, ortaya çıkan) olmasaydı, batın (gizli olan, içteki) bilinmezdi.
Eğer sınır olmasaydı, matla yani güneş ve yıldızların zuhur etmesi (ortaya çıkması) müşahede edilemezdi (gözle görülemezdi). Dolayısıyla nurun doğuşuna, zulmet (karanlık) şahitlik eder. Bedrin yani dolunayın doğuşuna da güneş şahitlik eder. (Şahit; karanlığın bitip aydınlığın başladığı yerdeki sınırın, diğerinin varlığına tanık veya kanıt olmasıdır)

Hikmet, her şeyi layık olduğu yere koymaktır. Bunun aksi zulmettir.
Her ne inmişse, matladan inmiştir. Her ne yükselmişse, matladan yükselmiştir.
Allah’ın yarattığı her şey, hikmetî mana taşır. Biz ona, türlü türlü manalar yükleriz.
O halde matlada, Beni gözet!

(Madde âleminin sınırları olduğu gibi mana âleminin de sınırları vardır). Sınır, salikin zevk olarak tahakkuk ettiği son noktadır. Salikin sınırdan yukarı yükselmesi; makamından yukarı olana, zevk olarak değil, keşif olarak muttali olması demektir

Eğer surlarının, zahirinin sınırı aştığını görürsem; seni matladan zahire indiririm. Eğer sınırın yanında durursan, matla senin makamını arzular. Bu kulluk mertebesidir.

Kulluk mertebesi (ubudiyet) nedir?

Kulun emir (kendi hareketleri) hususunda bir etkisinin olmadığını, bütün emrin sadece Allah’ın olduğunu müşahede etmesi demektir. Rabbi onu, kendi iradesine göre çekip çevirmektedir. Hareket ettirici yani muharrik, ilahi Kudret elidir.
Allah Allah’ça verir, kul kulca yapar!
Rahman Allah’ın özel hususiyetidir, Rahim (kula) genel lütfudur.
Kulun; Allah’tan geleni huzur ve memnuniyetle, hamdü sena ile kabullenmesi ve Allah’ın hakkını ödemek için de, onun yarattıklarına haklı davranması kulluk idrakine varmasıdır.
Mesela, ana babanın, öğretmenin ve bütün kurdun kuşun hakkına riayet etmek gibi.

Sen bu makamdan da yükselmeye bak, ama haddi aşma! Haddi aşarsan firavunluk olur.
O da, en büyük şirktir. Bir taraftan da, ‘en el-Hak’ demek de bir nevi haddi aşmaktır.
Aslı, ‘Tüm’ü bilmek olmalıdır. Buna da Vahdaniyetten (Allah’ı ‘Bir’lemekle) varılır.

Kâinat, (Tümü) Allah’ı gösteren işarettir.

Her şey onu gösterir. Bir tabloyu gördüğümüz zaman onu yapan bir sanatkâr vardır, deriz.
Kâinata bakıp da, ‘bu muhteşem sanatın sanatkârı kimdir’ diye sorarsan; buradan, ne ki aklına gelirse o Allah değildir. Allah muhayyilenin ve her türlü tasavurrun ötesindedir, kavrayamazsın. Allahın varlığının başlangıcı ve nihayeti yoktur ki, tarifi olsun.
Yüce yaratan vücudun aynıdır, ama vücudun içinde değildir. Mahiyetinin aynıdır!
Haktan gayrı varlık, sonludur. Varlığa girmeyenler, sonlukla vasıflandırılamazlar!
Yaratılmış her şeyin bir ömrü vardır, ölür. Ölmez olan kim?

Her şey bir düzen üzerine yaratılmıştır. Bu düzeni yaratan Allah’tır.
Yaratılmış olan her şeyin bir Zahiri, bir de Batını, (yani bir nevi zıddı) vardır. Allah’ın verdiği açıdan bakarsan bu zıtlık değildir, teyit vardır. Çünkü zıtlık, surettedir. Aslında bunlar zıt değildir. Toprak verdiğini geri almasa, yeryüzü hep ceset olurdu.
Buna bir hakikatin iki türlü tezahürü vardır demek daha doğru olur.
Yalan doğruyu, ölü diriyi, acı tatlıyı, karanlık aydınlığı idrak etmemiz içindir.
Varın yokluğu, akla gelir. (bir şey varken yok olunca, akıl onun varlığını bilir)
Var olmayanın da yokluğu olmaz! O kimdir?

Onun büyüklüğünü, kevnde (var olmuş âlemde) müşahede et!
İzzet, Allah’a yakınlıktan doğar. Ondan ayrılma, yani zıtları cem eden, berzahi sınırdan ayrılma! Bu misal âlemi de iki denizi (madde ve mana) birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır (nefis). Birbirine geçip karışmazlar!

Kâmil insanın kalbi de berzahın aynıdır. Dolayısıyla bir yüzü Hakka, bir yüzü de halka yöneliktir. O zahiri ve batını, mukayyeti (geçici olanı) ve mutlak (var olanı) cem edendir. Rahmani sureti ve halkı içine alan kalbi, onu ubudiyetinden ( kulluğundan) perdelemez.

Marifetullah ehli, edeplidir asla edepsiz olmaz. Cehdi gayret, kuvvet, güç, takviye de ondan gelir. Mesuliyet, varlığın en düşük seviyesinden en yüksek derecesine kadar sorumlu olmaktır. Bu sorumluluk ceht-i gayreti, hidayeti getirir. Bu onun hilkatidir. Sorumlu davranmak, hidayete erdirir. Sorumlu davranan, haddini bilir. Müttaki ise haramdan, günahlardan sakınan kişidir.

Bedende en etkili olan, ruhtur.

Ruhun gelişmesi ile ancak mutlu olursunuz.
Allah yarattığı sanatını kaldırıp atmaz. Vefa Allah’tandır.  
Psikosomatik halimizin tesirinin, maddi varlığımıza etki etmesi, bizi hasta yapar. Kalbim temiz diyorsun; kalbin temiz olsa, miden hasta olmaz. Kalbin temiz olsa, kimse ile kavga etmezsin.

Elleri hiçbir işe kalkmamış ama ellerini kaldırıp dua ediyor. Önüne hazır sofra (rızık) gelsin diye, gökten dua ile sofra bekliyor. Öyle (haram) sofrayla gelen haram yiyecek, vücuda fayda değil, zarar verir. Durmak, ismet ve hüzünle beraber iki makam arasında mahpus kalmaktır. Senden hareket, Benden lütfü bereket! İzzetin perdesi, körlük ve hayrettir.
Yüreğe haset girdimi, iflah etmez. Böyleleri ilahi sistemin düzenine girmez.

Vakit, maziye ve geleceğe bakmaksızın içinde bulunduğun andır.

 

10 Mart 2013 Pazar

OKU emri, bütün bu anlamları içerir;

Kâinatı oku,
    Duyarak oku,
      Düşünerek oku,
        Yaşayarak oku,
          Allah’ı anarak oku,
            Allah’ın adı ile oku!

Okuyarak bilgiyi, düşünerek hikmeti, yaşayarak tecrübeyi, duyarak irfanı, en önemlisi kendini oku!

Allah, bu imkân âleminde bulunmakta olan her şeyi, kudreti ile var etmiş olduğundan, bu vücut olabilecek en mükemmel ve en güzel bir düzen içerisindedir. İşte bu özellikten dolayı, onda, asla ne bir ortaklık ve ne de bir benzerlik bulunabilir. Bu ilişkinin künhünü yani özünü ancak Allah bilir ve her şey O’na muhtaçtır.

Allah, hiçbir yerde olmaksızın (varlığı görünmeksizin) mevcuttur. Varlık ise, O’nun yüce Zatı ile zorunlu olarak mevcut görünmektedir. Aklın akıllılığı,(ona akıl denmesi)  Allah’ı anlamaktan aciz olduğundandır. Allah; Zatı ile değil, sıfatı ile bilinir. (Çünkü akıl Zatı anlamaz sıfatlardan anlar). Buna rağmen yine de, Kâinata baktığımız zaman Allah’ı görmemiz mümkün değildir, kâinat dahi O’nu göstermekten acizdir.

Zikir daima Allah’ı hatırlamaktır;

Onun için zikir, mühimdir. Seni âlemin gözbebeği yapan, zikir ve fikirdir.
La ilâhe illallah dediğimiz zaman içinde Allah’ın; El Vahid ül Ehad ve Zül Celâli vel ikrâm esmalarının anlamları vardır. Elhamdülillah da Esmaül Hüsna’yı içerir. ‘Yalnız senden dileriz, senden isteriz’ derken; Sen Şafisin, Sen Rezzaksın, Sen Ganisin, Sen Rahman ve Rahimsin, Sen Gafursun, Rahimsin demiş oluruz!

Dua; aklın ötesinde şah damarından yakın olanla olmak, ona sığınmak, ondan istemektir. Dua ederken de, ellerin açılarak yukarı doğru kalkması, “Yarabbi elimden geleni yaptım, ellerim kâfi gelmedi, fazlasına yetmedi, ellerimden tut, beni bırakma” demektir.

Yediğimiz yemekler; gözümüze fer, vücudumuza kuvvet, ayağımıza derman, aklımıza ve beynimize enerji verdiği gibi Allah’ın güzel isimlerini, yani Esmaül Hüsna’sını zikretmek de, gönlümüze, idrakimize, tefekkürümüze ve ruhumuza kuvvet verir.

Dünyada keyifle, zevkle, kederle yaşayan; insanın şah damarındaki Ruhtur.
Ceset ve can hayvanda da var, insandaki üstünlük, ruhu itibariyledir. Onun için ona melekler secde etti.

Akıbetini sorarsın, bir gün gelir ömrün tükenir gidersin, hiç gelmemişe dönersin.
Ahret ölümdür. İnsan öleceğini unutmamalı!
Sen benim Rabbim, ben Senin kulunum! Ben ölümlüyüm, Sen ezel ve ebedsin!

Allah’a yakın kulların gücü Allah’tandır. Ömürden hâsıl olan en büyük kazanç da Allah’tandır.
Şüphesiz, güven Allah’adır. Allah’la aramızdaki bağı bilmek, bizi ihya eder.
Her şey, yerini bulduğu zaman bir değerdir. İnsan, kul olduğu zaman bir değerdir.

Bırak gözünün gördüğünü; cehaletten kurtul!

Bir hırka bir lokma demek, insana yakışmaz. Bu cehalettir, tembelliktir, münkirliktir.
Bir inek kadar mutlu olmak için, bir inek kadar cahil olmak gereklidir. İşte o zaman bir tutam ot, iki avuç saman ineğe mutluluk sebebi oluverir.

Allah, insana cüz-i irade ve ona bağlı bazı özellikler vermiştir. Allah; insana verdiği iradeye değer verir, iradesi ile neyi istiyorsa onu yapmasına mani olmaz. Yani, Allah, verdiği bu hususlara müdahale etmez. Bu noktada onları hür bırakmıştır. Bu hürriyet içinde onlar da, kul olduklarını bilmeli, Allah’ı en önde hatırlamalı ve unutmamalıdır.
Kim iradesini; sistem-i ilâhinin hizmetçisi yaparsa, (Allah’ın verdiği özellikleri sisteme uygun kullanırsa)  her güç ona boyun eğer. Kim de ilahi sistemi; (bu özellikleri kendi gücüyle elde etmiş gibi) nefsine alet ederse,  başı dertten kurtulmaz.
İnsanların, başına gelen kendi tercihleridir. Allah onların tercihleri üzere verir.
Yani siz kendi hesabınızdan sorulurusunuz!

Yarabbi, bizi yatan miskinlerden değil, daima uyanık hareket edenlerden eyle!

Görüldüğü gibi insan; kendi varlığını sorgulayan, mesuliyet duygusunu taşıyan, varlık üzerinde kafa yoran, yaradılıştaki sebep ve hikmeti araştıran tek varlıktır. Kapasitesinde, çalışmada ve araştırmada sınırsızdır. Cahiliyet ise, tembellik, inkâr, bahane ve şirkte kalır.
İnsana aydın bir kafa, aydın bir yürek yaraşır, bu da ilim ile olur. İlim de, okuma ve araştırma iledir.

Akıllı insan, hikmetli sözlerden ders alır. Cahilin önünde yüzlerce hikmetli söz söylense, bu onda her hangi tesir bırakmaz. Bunun için de hep cahil kalır.

Gözlerin kör olması bir şey değil, sinelerde kalpler kör olmasın!

Tevhit; hikmettir, adalettir. Ana hakkından, baba hakkından daha mühim olan, Allah Hakkı’dır.
Çünkü varlığımız ve bize verilen her şey Allah’tandır, bunun aksi şirktir!
Şirk; Allah’a ait bir vasfı, bir Hakk’ı O’ndan başkasından, yani bir yardımcıdan istemektir.

Allah’ın yarattığı her şeyin, evveli ve ahiri vardır.
Allah’ın evveli ve ahiri vardır denebilir mi?

An’a mahkûm olma! Allah bir anda bin şeendedir.
Zamanı Allah yaratır, Allah zaman değildir, zaman Halik değildir, zaman mahlûktur!

Fesat bizim içindir. Allah için fesat olmaz.
Önü olanın, sonu olur. Mahlûk ölür, Halik ölmez. Akıbet, Allah’a dönmektir.
Davet Allah’tan olunca, icabet de onadır.

‘Ben sizin ilahlarınıza iman etmem, ancak ben sizin canınızı alan Allah’a inanırım’.

Veciz sözler;

Vicdansız bir adamda, adalet duygusu olmaz. İnsanda, fıtri yapısı itibariyle özünde adalet vardır. Bu da beslenmeli, kurutulmamalıdır.

Akıl, beş duygunun alışverişine tabidir. İlham, bu beş duygunun ve aklın ötesinde bir haldir.

Cennet dediğimiz zaman, aklımızla mutluluğun en son ucunu anlamalıyız. Cehennem dediğimiz zaman ise, üzüntünün, eziyetin son perdesi olarak anlamalıyız. Çünkü kelimeler mecazidir.

Güzel çirkin, aynı ana rahminden gelir. İyi kötü, aynı adamın düşüncesinden gelir. Samimi, gayri samimi aynı yürekten gelir.

Başkaları ile uğraşan, kendini ihmal edendir. İçine dönmez, yalnız dışı ile uğraşır, durur. Faydasız ve lüzumsuz bir uğraşıdır bu.  Sen sırf cisim değil, ruhunla varsın.

 

5 Mart 2013 Salı

Allah’tan başkasına kulluk etmemek Hak’tır!


Allah özünde BİR, zahirinde çoktur. “Birdir ol BARÎ çoktur asari”. (eserleri)
Bütün güzellikler O BİR’ dendir, yani her şey Öz’de birdir. Onun için de sonunda dönüş öz’e, Allah’adır!

Allah’tan gayri bir şeye bağlı olmak şirktir. Fakat nerden bakarsan bak, faili mutlak olarak Allah’ı görürsün. (Allah’tan başka bir şey yoktur ki şirk olsun) Allah’a en büyük şirk, insandır. Şeriki de yaratan odur. İnsan bir put yapar, sonra ona Allah diye tapar. ‘Ya Rab’ der, ama birçok Rabler edinir. İşte bu şirktir. Yani Allah’a ortak bir şey bilmek Allah’a şirktir.  

İnsan saplantı inadından vazgeçmedikçe, yeni şeylere geçemez. ‘Elhamdülillah ben İslâm’ım’ diyenlerin birçoğu, ENE yani ‘BEN’  putunu taşırlar!  Allah insana, bu dünyada lüzumlu olan beden elbisesini vermiştir. İnsanın bu beden elbisesini bu dünyadaki şartlara ve sistemi ilahiye göre kullanması, ona sıhhat ve saadetle yaşamasını temin eder. Beden elbisesini hor kullananı da perişan eder, hasta eder. (Her şeyin, Allah’ı bilmekte bir rolü vardır). Mesela, kulağı var duymuyor, yani kulağın kepçesi var, içinde örs, çekiç gibi bir unsuru yok, o zaman işitemez. Değil mi? Peki ya bir de kulak yapısı itibari ile tam işitir ama duymaz olanlar var, onlara ne demeli? (işte o anlayışsızlar için beden put olur!)

Allah EL ADL’dir, adil karar verir. Allah EL HAKEM’dir. Dünyadaki İlahi oyunun hakemi Allah’tır. Oyunun kuralları bellidir. Spor da olduğu gibi kuralları bozanlara hakem düdük çalar! Yani, Allah sana bütün verdiklerini lütuf olarak sundu, senin ihtiyacın olan her şeyi verdi. Şükretmezsen ve anlamazsan ne olur?
 Allah lütfunu kahra çevirir. Senin küstahlığını,(burnunu sürterek) adaba döndürür.
Kalbinde şükür olmayanın, kalbinde küfür vardır.

Kahrın da hoş, lütfün da hoş diyebilmektir hoş.
Nahoşsuz olur mu hoş
Nahoşsuz bilinmez hoş
Sabırla her şey hoş
Allah demek hepsinden hoş
Allah eder her şeyi hoş

Edep gelince zarafet, kibarlık ve iyilik olur. Şairin dediği gibi…

Edep bir taç imiş nur-i Hüda’dan
Giy o tacı, emin ol her belâdan

Allah’ı bilen ona hamdü sena eden, her şeye, her olaya eyvallah der. Sıkıntı etmez.

Olmayanın adı olmaz, adı varsa kendi de vardır!

Allah ilmiyle, her şeyi kuşatmıştır. İnsan, O’nu, O’nun ilimle kuşattığı varlığı iyi inceler, iyi anlarsa Yaradanına mest-ü hayran olur. O’nu yegâne ilah bilir. Göz, akıl, gönül, Allah’ı görmez. Çünkü muvakkat, muhakkakı görmez ama hayali sonsuzdur. EL BASÎR olan Allah, ödünç olarak mahlûkatına görme işini verir.

Allah’ı sevmek, yarattığını sevmekle başlar ve sonra en yüksek sevgi olan ilahi sevgiye yani, bütün sevgilerin kaynağı olan Allah sevgisine yöneltir. Buna rağmen, ‘Allah’ demek, O’nun sistemine uymak, cüz-i varın haddi değildir. Meğerki hidayet Allah’ tan ola!

 ‘Okuyorum, yazıyorum, düşünüyorum, söylüyorum Allah’ın dediği oluyor.
Düzeni ilahiye, ister istemez uyuyorum’.

Mükemmellik, Allah’ındır. İnsan mükemmel olmaz. Kemale gider.
Kamil, mükemmel yolunda olandır, mükemmel değildir.

Elbette, insan Allah’ın kuludur. İnsanın yaradılışındaki makbul olan hususiyet onun kul olmasıdır, köle değil. Köle, eli ayağı bağlı demektir.