28 Şubat 2013 Perşembe

Tevhid, Vahid, Ahed

Bu dünya âlemi, kesret âlemidir. Kesrette “Tevhid, Vahid, Ahed” özlemi çekilir.
Tevhit; yaratanın bu çok asarından onu birlemektir. (yarattıklarında Allah’ı birlemek)
Vahid;  Allah’ın yarattığını (varlığı) birlemektir.
Ahed; bin bir parça görünen varlıkla, mananın; kayıtsız, şartsız her halükarda bir bütün olduğunun idrakine varmaktır. Bu kesret âleminde pek çok görünen insanın da, tevhit bakışında, Âdemde bir olduğudur.
Bu insan idrakine sunulmuş, kesrette Vahdet, Vahdette kesretin aşkındandır.

Allah; evveli, ahiri, zahiri, batını, şeksiz şüphesiz var olandır.
Allah, varlığı var eden mutlak eylemin ta kendisidir!
İnsanoğlu, yok tabiatlı var görünen yüce mahlûktur! Bu eylemi her zerre ve hücresinde hisseden bir insan, onun varlığını ispata kalkmaz ve onu asla tarif edemez. Allah’ın varlığını ispata kalkışmak, aklın altından kalkacağı bir iş değildir. Esasen akıl, tasavvurdan alınan bilgidir. (insanı yanıltır)

Bu beden âlemine, Allah beni bedenli gönderdi.
Bedenin zevki ve dostu; eğlence, heves ve şehvettir. Aşırı gitmemek şartı ile bu âlemi yaşama imkânı ve erkânını veren Allah’a, hamd-ü sena ile uyarım ve mecburum. Özüm de, bunları bana verendedir.
Bu beden âleminde ruh, özgürlük ister. Ruhun özgürlüğü, herhangi bir etki altına girmemesidir.
Etki altına girmek, onu sıkar. Müstakil olması Onun birliğindendir.

Kesafetten letafete dua ile varılır!

Kesafetin zıttı, letafettir, yani eşyaya göre şeffaftır. LATİF esmasının anlamı; sınırsız lütuf ve kerem sahibi Allah’tır. Görme ise, beşeri düzlemle yani beşeri hayat ile sınırlıdır. Eşya gözü (yani göz yapımız yalnız bu dünyayı, maddesel varlıkları) görür. Ama ahret farklı bir durum ve düzlemdir. Ahiret, zamanın ve mekânın dışında, başka bir mekân âlemidir. Fizik gözü sınırlı olduğu için Allah'ı göremez. Allah sınıra, eşgale sığmaz.  Fizik gözü, Allah’ı fiziksel görmek ister.

Bu varlıktaki, bilhassa insandaki eşya gözü Allah’ı göremediği için, Allah’ı idrakten aciz kalır. Bu acziyetten O’na sığınmak, O’na dua etmekle kurtulunur.
İnsanın yaratana yönelmesi dua ile olur. Dua Allah’tan istemektir.
Ne istediğini bilmeyen dua edemez. Yani idrak ve irade sahibi olmayan ne istediğini bilemez. İstemek, şuur sahibi ve insan olmaktır.
Allah’tan istemenin esası usulü ve adabı vardır. Fatiha suresinde ‘Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz’ diyoruz. Yani ‘Allah’ım,  biz senin kulunuz, sen yüce sultansın ve yalnız senden isteriz’ ayetini tekrarlarken, biz bu duamızla Allah’a kul olduğumuzu gösteririz.

İlmin rütbesi, bütün rütbelerin üstündedir.

Allah’ın varlığı dünya ve ahreti kapsar, insanın en büyük merakı da, en büyük olana kavuşmaktır.
İnsanın Allah’ı görmeğe merakı da bu cümleden özetle; Dünyada Cemalullah’ın hayaliyle, O’na kulluk etmek ve ahirette O’na nail olmayı istemektir.  Ama O’na ilim ile yaklaşılır. Allah, sergilediği ilimle görülür.
İlmin rütbesi, bütün rütbelerin üstündedir çünkü Allah Âlim-i mutlak’tır.
Halik-i Mutlak olan Allah’ın yarattığı her şey, ilmidir.
Marifet bilginin hazmedilmiş şeklidir.
Ön yargı saptırır. Cehaletten kurtuluş da ilimledir! Fıtri yapıyı ele almaktır.

Bir amelin, emeğin karşılığını vermek nasıl lazımsa, ilim elde etmek için de emek sarf etmek gereklidir. Emek sarf edenlere saygı ve değer verilmesi gereklidir. Herkesin amelinin rehini, kendisidir. (herkesin amelinin vebali kendisine aittir ) Allah bize verdiği iradeyi sayar, emeği değerlendirir.

Ölüm hayatın bir gerçeğidir ve kaçınılmaz bir sondur.

Allah’a kurban olmak, cihana sultan olmaktan şüphesiz daha üstündür. İnsan ne olursa olsun HAY uğruna ölür. Herkes dirilik uğruna ölür, Allah daim diridir. Bu dünya ölümlü, fakat ilimlidir. İlahi ilme vakıf olan, benliğini boş arzulardan kurtararak dünyaya ait bütün sıkıntı ve musibetlerden de kurtulur.
İnsan için mühim olan ölüm halinin nasıl olacağıdır ve ölüme hazırlanma vardır. Akıbet hakikatin tecelli etmesidir!

Mürşit

Mürşit olmasaydım, mürit olmak isterdim. Mürşit mühim, mürit ehemdir.
Mürşidin elinin içi öpülür. Çünkü onun elinin üstünden çok, içi temizdir.

Seni gafletten uyandırmakla vazifelendirilmiş mürşitler, seni hakikat huzuruna sokmak için, sarsar, titretir, seni huzursuz eder, sana sorgulamayı öğretir, seni ikaz eder, böylece sana ‘uyan gafletten uyan der’. Hatta bu yüzden taşlanırlar ve dışlanırlar. (Veli olmaz kimse taşlanmayınca). Gerçeği söyleyen taşlanır.

Uyutan hocalar; size hikâye anlatır, menkıbeler uydururlar, size ninni söyler ve sizi gafletin daha derinine sokarlar. Siz de bundan hoşlanırsınız. Televizyonlarda uyarıcıya değil, bu gibi masalcılara yer verirler, dolayısıyla kitlelileri ekrana çekerler, reklamlara girerler ve reytinglerini arttırırlar. Bu da basit hayat ve sisteminin icabıdır. Hâlbuki gerçek mürşit genele değil, özele hitap eder.


Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ahulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz

Yunus Emre

Veciz sözler

Esas din, ilahi sistemi bilmektir. Akıllıların kabul etmedikleri dini, akılsızlar kabullenir.

Kamil insan olmak demek; en huzurlu yaşamak, yakınlarını ziyaret etmek, onlar kendisini aramasalar da onları aramak, onlara hayırlı ve müjdeli haberler götürmek, kusura bakmamak, kendisini zora sokanlara ikramda bulunmak, kendisine kötülük yapanları dahi af etmektir.

Verdim hepsi bitti, Allah’ın vergisi biter mi? Yarabbi beni vahyin ışığında tut, ilhamını lütfet!

Allah için zorluk, Allah için olmayan zorluk vardır. Allah’ın yolu yokuşlu, inişli çıkışlıdır. Dümdüz yokuşsuz olandan kork!

Her musibetin arkasında bir iyilik vardır.
Durup düşünmek, tefekkürdür. Hele durun bir düşünelim. Düşünmek, aklın bir yer edinmesidir. Yersizlik avareliktir. Kendine ait bir yerin olsun.

Başkaları ile uğraşan kendini ihmal eder.
Haset eden; Allah’a sen kime verileceğini bilmiyorsun, ona değil bana vermeliydin der. Allah’ı tenkit eder, dolayısı ile haset eden ateş içindedir.
Bana musallat olan vesveseden, sana sığınırım.

Gönül çalabın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise



14 Şubat 2013 Perşembe

Sen her halinle lütufkârsın Yarab!


Cümle varlık, Allah’ı söyler. Varlığın zirvesinde Allah vardır. Allah’ın dışında her şey mahlûktur. Onları yaratan da Allah’tır.
Kendini Allah’a ada! Yegâne derdin Allah olsun!
Allah’a adanan, Allah’ı alır.
Kaygısı Allah olanın, algısı da Allah’tır. 
Allah’ı algılamak, idrak etmek; O’nu idrak edememenin aczi içinde olduğunun idrakine varmaktır. (O’nu idrak edemediğin için her an) Allah’tan af dile!
Allah, af dileyeni azarlasa dahi cezalandırmaz!

Allah seni yarattı, sana irade verdi ki, O’nu, yani Yaratanı bilesin diye.
Yarattığı dünya da, huzur ve huzursuzluk olarak yaşadıkları dolayısı ile insanı, Allah’ı anmaya götürmek içindir.

Bütün varlık Allah’ın emrindedir. Sende irade vardır. Farklı oluşun bundandır.
Kendini bilen, Allah’ı bilir. Çünkü sen kitabullah’sın, Allah’ın kitabısın.
Kendini oku!
İnsan, Allah’ın şok eseridir. Eseri tanıyan müessiri tanır. Eseri öven, müessiri över. İnsanın kazanılması ne denli bir saadetse, kaybedilmesi de o denli korkunç bir felakettir. Bu nedenledir ki insan, tüm kazanımların ve kayıpların da sebebidir.  Çünkü hücrelerin birleşmesinden doku meydana geldiği ve hücrelerin bozulmasından dokunun bozulması gibi,  her insan da insanlığa karşı vebal altındadır.  Bu yüzden, sorumluluğun bilincindeki her insan, çevresindeki insanlarla ve çevresinde olan her şeyle ilgilenir!

Allah, bizi kendisi için dünyaya getirmiştir. Bizim için de bundan büyük, bundan ala ne olabilir? Tıpkı bizde, bir çocuğumuz olsun ve sevelim demez miyiz? Bu bizim için bir mutluluk değil mi?

Allah seni, yarattığı için seviyor, yoksa yaptıkların, yapmadıkların için değil. O seni yaptıkların üzere yaratmıştır. Yaptıkların senin yaratılış fıtratındandır! Durumları, kalpleri çeviren yalnız Allah’tır. Ondan;
‘Halimi ve gönlümü güzelleştir’ diye niyaz et! Hidayet Allah’tandır!

Allah için her şeye katlan! Sonunda Allah’ın lütfünü göreceksin.  
Mülkün sahibi olan Allah lütufkârdır.
Faili mutlak olan Allah’ın abes, yanlış ve manasız işi olur mu?
Allah vekil de ve sabret!
Sabır direniştir. Sünepelik değildir.
Hayatın içinde faal ol! Ancak faal olduğun zaman mucizelerle karşılaşır, alternatif yaşarsın! Yoksa monoton bir hayat sürersen, ömür sürecinin faydasını göremezsin. Allah’ın verdiği imkânları kötüye kullanmak, emanete ihanettir. Hain iflah olmaz.
Kalpler, ancak Allah’ı zikrederek, onu anarak, ona sığınarak, huzur bulur.
Kelime-i tevhid; hakkul Hak olan varlığın gönülde yeri, dilde kelamı olan zikirdir.
Yüce varlık, varlığın izharıdır. Bütün varlık da ol yüceyi söyler, daima zikirdedir. An be an anar, sever çünkü sevgi var.

Cümle varlığın şahidi, gönüllerin sahibi, bir anda bin şende olan Allah, Ol emrinin hükümdarı, Sen her halinle lütufkârsın Yarab!

Tövbenin Hikmeti!

Tövbe edenin, bilinci yerine gelir. Çünkü günah işlemek, bilinç kaybı sırasında olur. Tövbe, canlı ve harekette olan insana aittir. Tövbe, sana şahdamarından yakın olana, içeriye doğrudur. İtiraf dışa doğrudur. İtiraf sık olursa yüzsüzlüğe yol açar. (Tövbe Allah’tan istenir, itiraf karşındakinden özür dilemektir ki ikisi aynı şey değil!)  

Günaha aldırmamak ve aftan ümitsiz olmak, en büyük günahtır.
Allah’tan Afvu marifet dileriz, hatta başkaları için de tövbe ederiz. Ama asıl, onun tövbe etmesi lazımdır. Günah ve sevap işlemek için, kuvvet sahibi olmalıdır.

Seni mutlu veya mutsuz eden sensin. İyi ve kötü de, senin bakışındadır. Sev ki sevilesin. Güldürmeye çalışırken gülersin. Yedirmeye çalışırken, yediğin sana afiyet olur.

Bu dünyanın hediyesi sensin, bu dünya da sana verilmiş ilahi bir hediyedir. Hediyeyi beğenmemek ayıptır. Allaha sırt dönen akıbetine sırt döner. Akıbet dediğiniz yüzde yüz ölümdür.
Ölümün olmadığı hayat neye yarar? Ölüm, bu âlem için nimettir.

Göz yaradılışı görür, Gönül Yaratanı görür. Yüce varlık Rahman ve Rahim vasıflıdır
Yüce varlık muhteşem bir düzen içinde iken, ölüm bu düzende sırdır.

İblis inkâr ve inat etti. İnsan Afvu reca etti.

Rahmani yaratılış da, şeytani yaratılış da insanı hedef alır.
Şeytani duygudan Allah’a sığınırım. O düşünce; beni sıkıntıya sokar, beni karıştırır.
O, beni melun bir düşünceye sokar. Ondan Allah’a sığınırım.

Firavun masal oldu gitti. Sen, kendi firavunluğundan Allah’a sığın!
Diğer taraftan Allah’ın resulüne yaklaşsan, (onun yanında yaşasan) sen iyi olmadıkça bir şey değildir. Hz. Asiye (ki Kur’an da adı anılır), Firavun karısıydı. Şahane bir hanım efendi.

Veciz sözler:

Cins ve mümbit tohumu, cins toprakla buluşturan, cins bahçıvan olacaksın. Uygun iklimi ise Allah verir.

Kıskançlık, insan hasletinin kaybıdır. Egoya hapsolmadır ve ömürden kayıptır. Kıskanç insan, huzursuz olduğu için sevimsiz ve itici olur.

Evrendekilerden bilgi sahip olmamız için, Allah geceyi yaratmıştır. Gece olmasa, güneş ışığından göklerdeki yıldızları göremezdik. Onlardan kuvvetli bir ışığa sahip olan güneşin ışığı, onları görmeye mani olur.

Mürşit, öğretmen talebesini azarlar. Dolayısı ile onu dikkat ve saygıya çeker. Ama bu yüzden not kırmaz ve onu cezalandırmaz. Öğretmen, mürşit merhametlidir.

İçinde akıl olmayan baş, boş kelledir. Akıl başta olursa serdardır.

Biraz mühlet ver. Göreceksin ki seni öldürmek isteyenler, senin için ölürler. Düşmanın dostun olur. İlahi hakikatler Âdem’le başlar, Âdem’le biter. Allah’a karşı mesul olduğunu unutma!


Sertlikle bir şey hasıl olmaz ey puser
Serte ser sana feda olsun bu ser
Sert olma sana aşıkların küser
Sert bıçağın, kabzasın kendin keser

………………………………………………..

Eriyen biz miyiz yoksa zaman
Çırpınır içinde bir kuş yaman
Her sabah yeni dert yeni derman
Yeni bir olay, yeni bir roman
Dünyaya gelişim bir defa
Sefası varsa daha çok cefa
Zaman da geçti etmedi vefa
Allah’tan ola yeniden aman

3 Şubat 2013 Pazar

Allah’ın Safasını Müşahade!

Bu dünyanın ötesinde, nice âlemler var. Bütün mesele, bu dünyanın; insanın yüce yaradılışına yakışır, feyiz aldığı bir yer olduğunu ve bu sebeple halk edilmiş olduğunu müşahade edebilmesidir, idrakidir. Çünkü Allah bu konuda insana, her türlü yetki ve düşünme hürriyeti vermiştir. İrade, cüz-i de olsa insanın elindedir.

Âdemin üstünlüğü de, bu müşahededen gelir. Müşahede iki türlüdür. Biri edna, diğeri âlâ’dır. Edna en düşük olan madde, eşya ve arz âlemini müşahededir. Âlâ ise, en yüksek olan mana âlemini müşahededir. Asıl olan cevher (ruh), kendi madenini bilmeyi arzu eder, ama akıl kendini müşahede eder!

Gaybet halinde iken; müşahede ettiğin kevn-i mekânı, semayı, şu gördüğün sema zannetme. Gayb âleminde daha latif, daha yeşil, daha saf, daha parlak, sayısız, hesapsız gökler vardır.  Kendi iç saflığını arttırdıkça ve ilerlettikçe Allah’ın Safasını seyredersin. Allah’ın safasında seyir; seyr-ü sülûkun sonudur.
Aslında ise Allah’ın Safasının sonu yoktur!

Gayb âleminden, bir inen nur vardır, bir de yükselen nur. Yükselen kalpten yükselir, inen arştan iner. Vücut ise Arş ile kalp arasında bulunan bir perdedir. Aradaki bu vücut delindiği ve kalpten Arş’a bir kapı açıldığı vakit, bir cins kendi cinsine özlem duyar. O zaman, nur nura yükselir. Nur nura iner. Nur üstüne nur olur.

Bedenin hakikati şudur. Kalp arşa özlem duyar, arş da kalbe iştiyak duyar. Aralarındaki vücut ve nefs böylece cem edilmiş olur. İyi bil ki melek, nefis ve şeytan ayrı ve senin dışında bir varlık değil, aksine sen onlarsın. Bunun gibi yer, gök, kürsi, cennet, cehennem, hayat, ölüm de senin dışında olan şeyler değil. Sende bulunan şeylerdir. Seyredip sabırla saflaştığın zaman, bu sır sana açıklanacak inşallah.

Dua ederken iki elin açılması, biri salik ameli, diğeri teslimiyeti temsil eder.
Şöyle dua et!

Subhane Aliyyül Kebir,      Subhane Aliyyül Âlâ,      Rabbi ve Kadiri Ehad,     El Ehad!                                                           


Allah Zatı ile değil Esması ile bilinir!

Allahın ipi, onun kuluna sunduğu El Esma-i Hüsna’sıdır.
Hakkın esmasından kalbin bir hissesi vardır. Dolayısı ile bu sıfatlar, kalpteki nasip ve istek vasıtası ile tecelli ederler. Sıfatlar, sıfatları getirir. Onun için sıfatı esmayı tesbih yani zikrederiz. Sıfatlar, sıfatları getirir. Zatlar, zatlar için tecelli eder. Tecelli, müşahede ile vukua gelir. (Kendi) Esma-i Hüsna’sını iyi bilen, Allah’ın ipine yapışmış demektir.

(Fadl ve Adl) Cemali ve Celali tecelli sıfatlardan olan tekvin, icat, öldürme, diriltme, merhamet etme ve cezalandırma vesaire gibi fiilleri icra etmek sureti ile kalbin bu ahlâkla ahlâklanması ve bu sıfatlarla muttasıf  (vasıflanmış)  olması hasıl olur. (Kişinin kalbinde bu yukarda sayılan sıfatlardan hangisi varsa, Allah’tan o yönde tecelli ve müşahadeler gelir! Ve kalp o yönde güçlenir. Esmalardan kalbin hissesi vardır bu demektir).
Esma bize mükemmel olanın Allah, eksik olanın kul olduğunu söyler.

EŞ ŞEHİD-   Mümkün-ül Vücud Allah’ın varlığına şahittir,

Varlığın tamamı, ayetlerden (delillerden) oluşur. Yani ayetler Allah’ı söyler. Varlık, TEK vücud olan ALLAH’tır. Varlık; mümkünül vücuttur (varlığını Allah’a borçludur). Yani O ‘var’ edince, ‘var’ olur.
Varlık, muhal (kendi kendine bir varlığı olmayan) mutlak yokluktur ki, mutlak yokluğun varlığı imkânsızdır.
Bu yüzden varlık muhaldir. Varlık denince akıl, ‘yokluğu’ düşünür ve söyler, o halde (yok olan bir şeyin) yok olması da imkânsızdır. ‘Yok’ sayan, ‘VAR’ı (var olan Allah’ı) yok edemez. Sadece inkâr etmiş olur. Varlığın merkezi, Allah’tır.

Biz bu âleme sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik. Şahadet tanık olmaksa; Allah’a tanık olmak, onun birliğine, AHED olduğuna, tanık olmaktır. ‘Ben’ diyen bir kimse, önce ben derken kendine şahadet eder. Sonra o BİR’i, hakikat varlığı olan o TEK varlığa şahadet eder.

Kelimeyi şahadet, Allah’ın varlığına şahit olmaktır. Evvela o şahit olanın, varlık âleminde ‘Ben’ olması lüzumludur. Çünkü o Ben, “Senin yüce varlığına şahadet ederim” demektedir.
Şahit olunan Allah, kendini varlıkta ifşa etti.
Bilhassa bilinçli olarak yarattığı insan, O’nu şuurlu olarak bildi.
Bütün varlık; Allah’ın varlığına şahittir, insan da yaratıldığına şahittir. Kelime-i tevhid bunu söyler.

Varlığı bilme ne hacet kürreyi âlem ile
Yeter ispatına, halk ettiği bir zerre bile

Sanatın varlığı, sanatkârın varlığın zorunlu kılar
Eserin varlığı müessirin varlığını zorunlu kılar.

La ilâhe illâllah;

Kelimeyi tevhit öyle bir cevherdir ki, âlemi satın alır ifadesinde şahane bir ses uyumu vardır. Nef ve ispatı ondadır.  La, yani nef yok demektir; İlla var demektir. Bütün âlem, fıtri olarak kelimeyi tevhit çeker. 
 “ Yok, var, yok”… (bir var oluş, bir yok oluş hayatı devamlı kılan budur.)

Gönül kulağı ile kâinatı dinleyen, kelimeyi tevhitten başka bir ses duymaz.
Gönül gözü ile varlığı temaşa eyleyen, kelimeyi tevhitten başka bir şey görmez.
Kelimeyi tevhit; kemale doğru ilerleyen, ucu açık bir süreçtir. O ağızlar içinde başlayıp ciğerde soluyan, bir ses serisine sahiptir. La ilâhe illâllah;