Ana rahminde ilkahtan sonra bir lokma ete ruh geldiği zaman, Ben senin Allah’ın değil miyim diye sual hâsıl oldu. Bu sual, kalbin atışıyla başladı ve ömür boyunca devam etti. Ben kimim? ‘Yaratansın, ben Sen’denim’
Allah, ana rahmindeki o ete can verdi. Canı alan et parçası da canlandı!
Âdemoğullarının sırtlarından alınan zürriyetlerinin devamı, rububiyeti yani terbiye edeni ikrar etmeleridir. Yani Âdemin idamesi, hep rububiyeti (hep Allah’ı bildiğini) ikrar eder.
Allah’ım seni hiç unutmadım. Beni sadık kullarından eyle! Sen eskileri yenileyenlerdensin!
(Sonra Ruh, beden ile madde âleminde, nefs ile mana âlemde sınırlanarak zuhur etti. Allah varlığında Salik oldu! Çünkü ; )
Eğer Zahir olmasaydı Batın bilinmezdi!
Eğer zahir (zuhur eden, ortaya çıkan) olmasaydı, batın (gizli olan, içteki) bilinmezdi.
Eğer sınır olmasaydı, matla yani güneş ve yıldızların zuhur etmesi (ortaya çıkması) müşahede edilemezdi (gözle görülemezdi). Dolayısıyla nurun doğuşuna, zulmet (karanlık) şahitlik eder. Bedrin yani dolunayın doğuşuna da güneş şahitlik eder. (Şahit; karanlığın bitip aydınlığın başladığı yerdeki sınırın, diğerinin varlığına tanık veya kanıt olmasıdır)
Hikmet, her şeyi layık olduğu yere koymaktır. Bunun aksi zulmettir.
Her ne inmişse, matladan inmiştir. Her ne yükselmişse, matladan yükselmiştir.
Allah’ın yarattığı her şey, hikmetî mana taşır. Biz ona, türlü türlü manalar yükleriz.
O halde matlada, Beni gözet!
(Madde âleminin sınırları olduğu gibi mana âleminin de sınırları vardır). Sınır, salikin zevk olarak tahakkuk ettiği son noktadır. Salikin sınırdan yukarı yükselmesi; makamından yukarı olana, zevk olarak değil, keşif olarak muttali olması demektir
Eğer surlarının, zahirinin sınırı aştığını görürsem; seni matladan zahire indiririm. Eğer sınırın yanında durursan, matla senin makamını arzular. Bu kulluk mertebesidir.
Kulluk mertebesi (ubudiyet) nedir?
Kulun emir (kendi hareketleri) hususunda bir etkisinin olmadığını, bütün emrin sadece Allah’ın olduğunu müşahede etmesi demektir. Rabbi onu, kendi iradesine göre çekip çevirmektedir. Hareket ettirici yani muharrik, ilahi Kudret elidir.
Allah Allah’ça verir, kul kulca yapar!
Rahman Allah’ın özel hususiyetidir, Rahim (kula) genel lütfudur.
Kulun; Allah’tan geleni huzur ve memnuniyetle, hamdü sena ile kabullenmesi ve Allah’ın hakkını ödemek için de, onun yarattıklarına haklı davranması kulluk idrakine varmasıdır.
Mesela, ana babanın, öğretmenin ve bütün kurdun kuşun hakkına riayet etmek gibi.
Sen bu makamdan da yükselmeye bak, ama haddi aşma! Haddi aşarsan firavunluk olur.
O da, en büyük şirktir. Bir taraftan da, ‘en el-Hak’ demek de bir nevi haddi aşmaktır.
Aslı, ‘Tüm’ü bilmek olmalıdır. Buna da Vahdaniyetten (Allah’ı ‘Bir’lemekle) varılır.
Kâinat, (Tümü) Allah’ı gösteren işarettir.
Her şey onu gösterir. Bir tabloyu gördüğümüz zaman onu yapan bir sanatkâr vardır, deriz.
Kâinata bakıp da, ‘bu muhteşem sanatın sanatkârı kimdir’ diye sorarsan; buradan, ne ki aklına gelirse o Allah değildir. Allah muhayyilenin ve her türlü tasavurrun ötesindedir, kavrayamazsın. Allahın varlığının başlangıcı ve nihayeti yoktur ki, tarifi olsun.
Yüce yaratan vücudun aynıdır, ama vücudun içinde değildir. Mahiyetinin aynıdır!
Haktan gayrı varlık, sonludur. Varlığa girmeyenler, sonlukla vasıflandırılamazlar!
Yaratılmış her şeyin bir ömrü vardır, ölür. Ölmez olan kim?
Her şey bir düzen üzerine yaratılmıştır. Bu düzeni yaratan Allah’tır.
Yaratılmış olan her şeyin bir Zahiri, bir de Batını, (yani bir nevi zıddı) vardır. Allah’ın verdiği açıdan bakarsan bu zıtlık değildir, teyit vardır. Çünkü zıtlık, surettedir. Aslında bunlar zıt değildir. Toprak verdiğini geri almasa, yeryüzü hep ceset olurdu.
Buna bir hakikatin iki türlü tezahürü vardır demek daha doğru olur.
Yalan doğruyu, ölü diriyi, acı tatlıyı, karanlık aydınlığı idrak etmemiz içindir.
Varın yokluğu, akla gelir. (bir şey varken yok olunca, akıl onun varlığını bilir)
Var olmayanın da yokluğu olmaz! O kimdir?
Onun büyüklüğünü, kevnde (var olmuş âlemde) müşahede et!
İzzet, Allah’a yakınlıktan doğar. Ondan ayrılma, yani zıtları cem eden, berzahi sınırdan ayrılma! Bu misal âlemi de iki denizi (madde ve mana) birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır (nefis). Birbirine geçip karışmazlar!
Kâmil insanın kalbi de berzahın aynıdır. Dolayısıyla bir yüzü Hakka, bir yüzü de halka yöneliktir. O zahiri ve batını, mukayyeti (geçici olanı) ve mutlak (var olanı) cem edendir. Rahmani sureti ve halkı içine alan kalbi, onu ubudiyetinden ( kulluğundan) perdelemez.
Marifetullah ehli, edeplidir asla edepsiz olmaz. Cehdi gayret, kuvvet, güç, takviye de ondan gelir. Mesuliyet, varlığın en düşük seviyesinden en yüksek derecesine kadar sorumlu olmaktır. Bu sorumluluk ceht-i gayreti, hidayeti getirir. Bu onun hilkatidir. Sorumlu davranmak, hidayete erdirir. Sorumlu davranan, haddini bilir. Müttaki ise haramdan, günahlardan sakınan kişidir.
Bedende en etkili olan, ruhtur.
Ruhun gelişmesi ile ancak mutlu olursunuz.
Allah yarattığı sanatını kaldırıp atmaz. Vefa Allah’tandır.
Psikosomatik halimizin tesirinin, maddi varlığımıza etki etmesi, bizi hasta yapar. Kalbim temiz diyorsun; kalbin temiz olsa, miden hasta olmaz. Kalbin temiz olsa, kimse ile kavga etmezsin.
Elleri hiçbir işe kalkmamış ama ellerini kaldırıp dua ediyor. Önüne hazır sofra (rızık) gelsin diye, gökten dua ile sofra bekliyor. Öyle (haram) sofrayla gelen haram yiyecek, vücuda fayda değil, zarar verir. Durmak, ismet ve hüzünle beraber iki makam arasında mahpus kalmaktır. Senden hareket, Benden lütfü bereket! İzzetin perdesi, körlük ve hayrettir.
Yüreğe haset girdimi, iflah etmez. Böyleleri ilahi sistemin düzenine girmez.
Vakit, maziye ve geleceğe bakmaksızın içinde bulunduğun andır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder